Alp Zeki Heper ve İki Kısa Filmi (Bir Kadın & Şafak)



  
Anlaşıl(a)mayan, bir türlü kabul edilmeyen, çemberin içine dahil olamayan ve dışarıda bir yerde çırpınmaya mahkum edilmiş bırakılan insanlara her zaman için özel bir ilgi duymuşumdur. Size, toplumun normlarına uymayan düşüncelerini cesaretle eyleme dönüştürerek toplumun at gözlülüğüne meydan okuyan ve fikir-adam olmaktan öte kapitalist sistemi umursamayarak, hatta bu sistemde zarar edip, dışlanacağını bile bile düşüncesini eyleme dönüştürüp, teori-pratik birliğine ulaşan, Türk sinemasının kayıp -kaybedilmiş- dehalarından birini tanıtmak istiyorum; Alp Zeki Heper.

İlk film çalışmalarını Paris’te gerçekleştiren Heper, Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra önce hukuk okumak için Cenevre’ye gider lakin mutlu olamaz ve okulu bırakarak Fransa’ya geçip, Paris Yüksek Sinema Enstitüsü’de (Institut des Hautes Etudes Cinématographiques – IDHEC) sinema eğitimi almaya başlar. Bu okuldan ‘En İyi Yönetmen’ ünvanı ile mezun olan yönetmen, bu dönem (1963 yılında) gerçekleştirdiği iki kısa filminden ilki olan ‘Bir Kadın’ ile IDHEC, ikinci kısa filmi Şafak ile de hem IDHEC hem de Avusturya Kültür Bakanlığı En İyi Film ödülünü almıştır.

İlk uzun metrajlı ‘Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri’ni Türkiye’de çeken Heper, bu filminde soyut bir aşk hikayesini şiirsel görüntüler ile anlatmış, dönemin yönetmen ve eleştirmenlerinden ilgi görmüştü. Bunuel’in işlerinin etkilerini taşıyan bu filme, cinsel içerik sebebiyle, film kontrol komisyonu el koydu. Heper ise bu yasaklara karşı tepkisini bir gazete röportajında,“Soluk gece, aşk filmiydi. Aşk hiçbir zaman müstehcen olmamıştır. Müstehcen olan, aşka karşı alınan bu tutumdu. Anılarla ilgili, zor anlatımlı bir filmdi. Sevginin, tutkunun, işkenceyi, baskıyı yok etmesini dilemiştim. Özgürlüğün delice bir sevgi olduğunu düşünüyordum, müstehcenlikle suçlandım.” sözleriyle ortaya koydu. 2. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne katılan ancak seyirci karşısına çıkarılmayan film, yalnızca özel gösterimlerde izlenebildi. Genel olarak görüntüleri açısından estetik bulunurken, yabancılaşmayı anlatan içeriği fazla ilgi görmedi. Sonraki dönemlerde de seyirci karşısına çıkarılmadığından, sadece sinema arşivlerinde bulunan ve merak edilen bir film olarak kaldı.

Alp Zeki Heper’in 27 yaşında çektiği ‘Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri’ filmi ile ilgili Danıştay 12. Dairesinin 28-3-1967 gün E.966/7481, K.967/481 sayılı kararı şu şekilde:
“Dava konusu filmin bütünü itibariyle umumi ahlak ve adaba, aile müessesesinin kudsiyetine aykırı olduğu gerekçesiyle yasaklandığı anlaşılmaktadır. Filmin bu sebeple yasaklanmasının yerinde olup olmadığının tespiti için Naip Üye nezaretinde yapılan incelemede bilirkişi Vedat Tanrı’nın 10-2-1966 tarihli raporunda (cinsel sorunların sinematografik yoldan ele alınmaya çalışıldığı filmde gösterilmesinde sakıncalı bir cihet görülmediği) bildirilmişse de; 3-1-1967 günlü ara kararımız veçhiyle filmin ayrıca heyet halinde görülmesi uygun görülmüştür. Sahneden görülen eserle; değişik yaş ve seviyede kimseye hitap edilmesi itibariyle, bunlarda, hususiyetle hukuka ve genel ahlak kuralları çerçevesi içinde ahlaka uyarlık aranması tabidir. Tezi olmayan ve aksiyonlarında ahenk görülmeyen bahse konu filmde; insan hayatı, adeta şuur ve şuuraltı ile sadece cinsi arzular üzerine kurulmak istenmekte; gizli kalması gerekli arzu ve hareketler parklarda, umuma açık yerlerde, hatta trafiğin en yoğun olduğu cadde ortalarında cereyan ederken görülmekte; marazi tiplerin sahneye aktarılan ıstıraplı ruh hali, ar veya haya hislerini rencide etmektedir. Konunun iddia edildiği gibi rüyada geçmiş birtakım kompleksleri ifadeye çağırmış olması, filmin tüm halinde seyredenler üzerinde bıraktığı izlere ahlak ve adaba aykırı olduğunu kabule mani değildir. Bu itibarla adı geçen filmin halka gösterilmesinin ve yurt dışına çıkarılmasının yasaklanmasında ‘Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne dair Nizamname’nin 7’nci maddesinin 6’ncı fıkrası hükmüne aykırılık görülmediğinden davanın reddine… 29-3-1967 günü oy birliğiyle karar verildi.

Bu hayalkırıklığının ardından sinemaya bir süre ara veren Heper, geri dönüp bir kaç ana akım film yapmışsa da, bu filmler de dönemin film kontrol komisyonu tarafından yasaklanmıştı. Türkiye’de yenik düştüğü sansür engeli karşısında sonunda dayanamayan yönetmen, ölümüne yakın filmlerinin, yazılarının çoğunu kendi elleri ile yaktı. Sinema anlayışını, “En sonunda yazan, yöneten, kurgulayan, görüntüleyen, oynayan, yapımcı ve seyirci de olabilirim. Yani filmlerimi tek başıma izlemek zorunda kalabilirim.” sözleriyle ifade eden Heper’in filmleri, karmaşık yapıya sahip olması ve dağıtım, gösterim şansı bulamadığı için seyirciyle buluşamadı. Yaşamının son on yılında akıl sağlığını yitiren Heper, 9 Ocak 1984′te kanser sebebiyle hayatını kaybetti.

Heper’in trajik yaşamından geriye, ikisi kısa metraj olmak üzere toplamda altı film kaldı. Bu filmlerden kısa olanlarına 2011′in Kasım ayında dostum Deniz Tortum aracılığı ile ulaştım ve bizzat ben internete yükledim. Asıl efsanelere konu olan ise Heper’in zamanında yasaklanan ilk uzun metrajlı filmi ‘Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri’dir. Türk sinemasının ilk deneysel filmi kabul edilen bu eseri, rivayete göre yönetmen ölmeden önce Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi arşivinde saklanması için Prof. Sami Şekeroğlu’na emanet edip, filmi kimseye göstermemesini vasiyet etmiş. Bu tehlikeli filmin insanlara ulaşmasını istemeyen Heper, tuhaf bir şekilde kendisinin de filminin arızalı, sapkın olduğunu düşünüyormuş. 2012′nin Mart ayında 23. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin programına alınan Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri, Heper ailesi fertlerinden birisinin gösterim izninden vazgeçmesi üzerine film festival programından çıkarıldı.

Heper’in hayatındaki dönüm noktalarından biri, kızının on sekiz yaşında iğne şoku sebebiyle hayatını kaybetmesidir. Bu kayıp, Heper’in iyice hayattan bağının kopmasına sebep olmuş ve bir süre sonra kızının ağzından kendisine mektuplar yazarak bir kaçış arayışı içerisinde çevresindekilere bu mektupları okumuştur.

Selim İleri, Heper ile olan bir anısını şöyle anlatır: “Delilikle deha arasında gidip gelen biriydi. Sıkıyönetimin (12 eylül) en civcivli döneminde bir dolmuşta karşılaşmıştık. Askerlerin aleyhinde bağıra bağıra atıp tutmaya başladı. Paniğe kapıldım. Arkaya dönerek yolculara ‘Delidir, aldırmayın’ demek zorunda kalmıştım. Alp’i en son Beşiktaş vapur iskelesinde gördüm. Cinnet halindeydi.”

O zamanlardan geriye kalan, bugün izleme imkanımız olan Heper’in iki kısa filminden ilki olan Bir Kadın’da, yapay aydınlatmanın bariz, sessizliğin daim olduğu bir yapay içsel dünya yaratılmış. Bu tek mekan dünyada, yönetmenin derdi evlilik ile iki insanın bir olma durumu. Bakışların insanı sarsıp duvarlara vurabildiği bu gerçeküstü diyebileceğimiz evin içinde, pencerelerin tahtalar ile kaplı kısmının aralıklarından içeri sarkan ışık hüzmeleri bir var olup bir yok olurken, evin içindeki aile kurumunun kahramanları olan kadın ve erkekte varoluş çabası içerisindedir. Heper’in derdi, kadının ve erkeğin bir olduğu zaman, bağımsızlıklarından verdikleri ödünün sınırlarıdır. Bu durum neticesinde, kadın isyan ederken, erkek ürkütücü pasif bakışları ile bu isyanı körüklemekte, kadının isyanı, erkeğin pasifliği ile çarpışırken, aile kurumunun sarsılan temelleri yerlere saçılmaktadır. Bu evlilik (kadın-erkek) savaşının kazananı yoktur. İki tarafında kaybetmeye mahkum olduğu bu evlilik piyesi, Zeki Heper’in evliliğe olan bakış açısını özgün bir dil ile ortaya koymasını sağlamıştır.

Heper’in ikinci kısa filmi Şafak’ta ise, iki pencere arasındaki tek mekanda yaşanan üç kişilik bir aşk üçgenini izliyoruz. Şafak, Bir Kadın gibi tamamen sesten arındırılmış bir yapıt değil. Müzik kullanımı, Şafak’ı daha epik, daha şiirsel hale getirmekte. Heper’in ilk kısa filminde temellerini gördüğümüz mekan ve ışık kullanımını Şafak’ta daha belirgin halde görebiliyoruz. Heper’in filmlerinde, mekanların, hikaye anlatımda oynadığı rol tartışmasız önemli ve bence yönetmenin iki kısa filminde de en göze çarpan özelliği zamanının çok ötesinde, denemekten, yanılmaktan korkmayan cesur tavrı ile kamerasının mekanlar ile kurduğu ilişki.

Alp Zeki Heper’in zamanında anlaşılmamasından ileri gelen ve bir süre sonra delirmesine sebep olan,  Selim Işık’ın Türk Tutunamayanlar Ansiklopedisi’ne girebilecek trajik yaşam hikayesi aklıma geldikçe hüzünleniyorum.

Burak Çevik

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder